Göz Yanmasına Ne İyi Gelir? Felsefenin Işığında Görmenin Acısı
Bir Filozofun Bakışıyla: Görmenin Bedeli
İnsan gözünü açtığında yalnızca dünyayı değil, varlığın karmaşasını da görür. Göz yanması denildiğinde, ilk akla gelen fizyolojik bir rahatsızlıktır; fakat bir filozof için bu yanma, bilmenin, görmenin ve anlamanın bedelidir. Sokrates, bilginin ruhu “yakabileceğini” söylerken, aslında gözün değil, zihnin yanışını anlatıyordu. Göz, varlığın yoğun ışığına maruz kaldığında yanar — tıpkı aklın hakikatin ağırlığına dayanamaması gibi.
Bu yazıda “Göz yanmasına ne iyi gelir?” sorusunu yalnızca bedensel değil, felsefi düzeyde ele alacağız. Çünkü bazen göz yanmasına iyi gelen şey, karanlıktır; bazen de o karanlığı anlamaya çalışan bilincin kendisidir.
Etik Perspektif: Görmenin Ahlakı
Etik, insanın neyi nasıl gördüğüyle ilgilidir. Göz yanması, bu anlamda aşırı bir görmenin, haddinden fazla bir tanıklığın sonucudur.
Görmek, bir sorumluluktur. Bir şey gördüğünde, onu artık bilmemekten vazgeçemezsin. Levinas’ın deyimiyle, “görmek, ötekinin yüzüne maruz kalmaktır.” Ve bu maruziyet, bazen gözde değil, vicdanda yanma yaratır.
O halde, etik bir düzlemde göz yanmasına iyi gelen şey, ölçülü görmektir.
Her hakikate bakılmaz; her acıya doğrudan gözle tanıklık edilmez. Bazen ahlaki olan, gözünü kapamayı bilmek, bakışını yönlendirmektir. Çünkü ahlak, görmenin sınırını bilmektir — neyi görmeye hakkın olduğunu, neyi görmenin bir başkasına zarar vereceğini anlamaktır.
Bir filozofun gözü, dünyayı olduğu gibi görmek ister; ama etik ona fısıldar: “Bazı gerçekler, ancak hazır olduğunda görülür.”
İşte göz yanmasına iyi gelen ilk şey budur: ölçü, mesafe, nezaket.
Epistemolojik Bakış: Bilmenin Işığında Yanmak
Bilgi, gözle başlar; ama her gözlem bir bedel taşır. Epistemoloji — yani bilginin doğası — bize şunu öğretir: “Görmek bilmenin bir formudur, ama aynı zamanda yanılmanın da kapısıdır.” Platon’un Mağara Alegorisi bu açıdan en bilinen metafordur. Mağaradan çıkan insan, güneş ışığıyla karşılaştığında gözleri yanar; çünkü hakikatin ışığı, alıştığı gölgelere göre fazladır. Bu yanma, bilginin doğum sancısıdır.
Göz yanmasına ne iyi gelir?
Platon’a göre sabır: hakikatin ışığına alışmak.
Modern dünyada ise, bu sabır yerini hız ve ekran ışığına bıraktı. Gözlerimiz artık bilginin değil, verinin yükünü taşır. Dijital çağın göz yanması, bilginin fazlasından doğar; her şeyi bilmek isteriz, ama hiçbirine derinlemesine bakamayız. Bu yüzden, epistemolojik olarak göz yanmasına iyi gelen şey, az görmek ama derin görmektir. Çünkü yüzeyde kalan bilgi, gözü değil, ruhu yorar.
Ontolojik Derinlik: Varlığı Görmekle Yanmak
Ontoloji, yani varlığın felsefesi, bize başka bir yanmayı hatırlatır: var olanı olduğu gibi görme arzusu. Heidegger’in “Varlığın Unutuluşu” dediği şey, gözün artık görmek istememesidir. İnsan, sürekli ışığa maruz kaldığında karanlıktan korkar; ama gerçekte anlam, gölgenin içinde saklıdır. Göz yanması burada, varlığı doğrudan kavrama isteğinin yan etkisidir. Her şeyin özünü görmek isteyen insan, sonunda körlüğe yaklaşır.
Ontolojik olarak, göz yanmasına iyi gelen şey, kendini sınırlamaktır — çünkü varlık bütünüyle görülemez. Göz dinlenmeyi, ruh susmayı ister.
Felsefede bu denge “aydınlık ile karanlık arasında yaşama bilinci”dir. Biraz görmek, biraz anlamak, biraz da susmak… Çünkü anlam, sessizliğin içinde şekillenir.
Göz Yanmasına İyi Gelen Denge
Göz yanması hem bedensel hem zihinsel bir alarmdır. Gözümüz, tıpkı ruhumuz gibi, ışığın fazlasına dayanamaz. Bu yüzden felsefi anlamda çözüm, dengedir.
Etikte ölçü, epistemolojide sabır, ontolojide sükûnet.
Bunlar birleştiğinde göz yanmasına iyi gelen hakiki şey ortaya çıkar: dengeli bir bakış.
Gözünü ne tamamen kapat, ne de sonsuza kadar açık tut. Gör, ama sindir. Bil, ama yorulma. Anla, ama yakma.
Düşünsel Davet
Sevgili okur, senin göz yanman neyin sonucu? Fazla ışığın mı, yoksa fazla bilginin mi?
Yorumlarda, kendi “görme deneyimini” paylaş.
Belki de birlikte şu sorunun cevabını ararız: Gerçek anlamda görmek, yanmadan mümkün müdür?